For most of the trip we were living out of a hotel which was on a mountain overlooking much of Kabul. Everyday when I woke up I would look through the thick smog hanging over the city like a fog to remind me the people here are not living nearly as well as I was in my expensive hotel room. I would take a deep breath of the foul air to get my head straight for the day ahead. Near the final days of our assignment, following an unusual 3 days of rain and really cold weather , the view stopped me dead in my tracks. The rain had hidden the mountains in clouds the days before and when it cleared, the surrounding mountains were glowing white with snow. Not snow capped, but all Nasar white. It was early in the morning and the sun was hitting them beautifully. It was breathtaking. I forgot what a dreadful place Kabul can be and felt like I was looking into heaven. I made a lot of really good pictures that day. Another great moment was a morning I was waiting in front of the Ministry of Social Affairs for an interview and a young girl approached me. Every kid I had encountered so far asked me for something. Their parents send them out or they learn it from their friends and they are very persistent. They'll follow you for blocks. I feel horrible for not helping them, but if I give to one, I feel I have to give to all, and that's just not possible. This girl however, never asked for anything. She was full of smiles and very fascinated with what I was doing. In very broken English we had a great conversation about how she loved art. She asked for my pen like many other kids, but instead of running away, she drew a picture for me and gave the pen back. She shyly ran away after handing me her drawing. It looked like a piece of hairy fruit but it was very beautiful. I taped it to the back of my camera. From then on, every time I got frustrated by the hundreds of beggars harassing me, I would look at that picture and smile.
WORST
I had finished my assignments for the day late in the afternoon and the light was too good to quit. It was very early on in the trip and my translator Nasar suggested we visit Quargha Dam. There was a small group of men having a picnic who had just sat down for the afternoon prayer. The country is almost entirely Islamic and they pray 5 times a day, each at a specific time. Where ever they are at that time they drop to their knees and face towards Mecca, the holy place of the prophet Mohammed in Saudi Arabia. It was early in the trip and one of my first encounters with this intimate moment. They let me photograph them and then offered me some food. Afghans are very generous and friendly and will almost always offer some hospitality on a first greeting, even if they have nothing to give. I thought they were very generous for letting me intrude during their personal prayer time and I felt obligated to accept their gift of melon against my better judgment. I spent the next 24 hours violently ill from food poisoning.
WEIRDEST
I had to get my visa extended and pay for it at the Central Bank. In the lobby there were dozens of people withdrawing what had to be tens of thousands of dollars and loading them into large bags in front of everyone. Then they just walked out the door with large mule sacks of money thrown over their shoulder. It was very obvious the sacks were loaded with tons of cash, but they walked around the streets and rode crowded buses with no fear of getting robbed.
Asıl adı Assunta Adelaine Luigia Modotti Mondini olan Tina, 17 Ağustos 1896′da Kuzey İtalya’da bir kasabada doğdu. Mali güçlükler yüzünden önce Avusturya’ya taşınmak zorunda kalan aile, daha sonra da makine mühendisi olan baba Guiseppe Modotti’nin 1905′de Amerika’ya gitmesiyle yeni bir bocalama içine girdi. Tina henüz 12 yaşında iken beş küçük kardeşinin bakımına katkıda bulunabilmek için bir ipek fabrikasında çalışmaya başladı.
1913′te Tina, babasının ve ablasının yanına New York’a gitti. New York’ta İtalyan göçmenlerin yaşadığı Küçük İtalya tabir edilen muhit, çalkantılara gebe yapısıyla entelektüellerin ve sanatçıların uğrak yeri durumuna gelmişti. Çalışıyor olmasına rağmen Tina, zamanının büyük bölümünü tiyatro ve operaya ayırtıyordu.
1915′teki “Panama-Pasifik Sergisi”, Tina’nın yaşamında bir dönüm noktası oldu. Sergilenen sanat eserleri, Tina’ya kendisininkinden bambaşka bir dünyanın varlığını göstermişti. Sergide tanıştığı Amerikalı şair ve ressam Roubaix de I’Abrie Richey ise genç kadının açısından içe dönük İtalyan cemaatinin ötesindeki dünyaya yolculuk için bir pasaport niteliği taşımaktaydı. Bu sırada 17 yaşını bitiren Tina, yerel tiyatro prodüksiyonlarında çeşitli roller için seçmelere katılmaya başlamıştı. Çeşitli rolleri oldukça başarılı biçimde oynamasının ardından da küçük çaplı bir şöhret edindi. 1918′e gelindiğinde yeni arayışlara girecek kadar kendine güveni artmıştı ve Robo ile birlikte Holywood’a gitmek üzere yola çıktılar.
1919′un ortalarında, “Tiger’s Coat-Kaplanın Postu” adlı filmde oynadığı başrol, aktrislik yaşamının tepe noktalarından biri konumundaydı. Ancak Tina, kısa süre sonra sinemanın kendisine sunduğu kısıtlı olanaklardan sıkıldı. İlgisini çeken pek çok şey vardı: Edgar Allen Poe’nun, Oscar Wilde’ın, Freud’un ve Nietzsche’nin yapıtlarını büyük bir açlıkla okumaktaydı. Sürgündeki ressam Rafael Vera de Cordova, şair ve çevirmen Ricardo Gomez Robelo gibi pek çok entelektüel ve sanatçı ile aynı çevrelerde bulunmaktaydı. Bu çevredekilerin yolları, daha sonra, içlerinde ünlü Amerika’lı fotoğraf sanatçısı Edward Weston’un da bulunduğu Los Angeles’tan bir başka grupla kesişti.
1923′e gelindiğinde Weston’un da desteği ve cesaretlendirmesi sonucu Tina ciddi anlamda fotoğrafla ilgilenmeye başladı. İkisi birlikte Meksika’ya gittiler. Meksika’da o sırada sanatsal ve politik etkinlik açısından oldukça hareketli bir dönem yaşanmaktaydı. Tina ve Weston, verdikleri ve sanatçıların ve devrimcilerin de katıldığı partilerle isimlerini duyurdular.Duygusal birlikteliklerinin bitmesinin ardından her ikisi de devrimci siyasetin içine dahil oldular. Ancak her ikisinin siyasetle iştigali oldukça farklı rotalardaydı. Tina, Meksika’daki siyasi durumla özdeşleşir ve sanatının bu tür bir sorumluluk duygusuyla giderek daha az örtüşür duruma geldiğini hissederken Weston, son derece açık biçimde komünist karşıtı bir tutum sergilemekteydi. Tina, fotoğraflarındaki özneleri toplumsal bağlam içine oturtuyordu. El Machete gibi oldukça radikal bir yayının ve Uluslararası İşçi Yardımı ve Anti-Imperialist League gibi uluslararası örgütlerin bünyesinde yer almaya başlamıştı. Bu sırada Kominist Parti üyesi Xavier Guerrero ile ilişkisi dolayısıyla fotoğraflarındaki siyasi yan daha da belirgin biçimde algılanır olmuştu.
Hapsedilişin Ardından Vidali İle Moskova’ya Yolculuk
Tina’nın siyasi uyanışı oldukça şiddetli olmuştu ve bu dönemden sonra da siyasetin dışında hiç kalmadı. 1927′de katıldığı Meksika Komünist Partisi’nde yaşamında çok önemli rol oynayacak olan iki kişiyle tanıştı. Bunlardan ilki ateşli bir faşist karşıtı ve sokak savaşçısı olan ve Meksika’ya Komünist Parti’nin öncü konumdaki örgütlerini yeniden yapılandırması için gönderilen Vittorio Vidali idi. İkinci önemli kişi ise henüz 25 yaşında olmasına karşın Küba’da Gerado Machado’nun diktatörlüğünde gönderildiği hapishanede başlattığı ayaklanmayla adı Sol’un Adonis’i olarak duyulan devrimci Julio Antonino idi. Bu dönemde El Machette’teki etkinliğini arttıran Tina, dergi için fotoğraf çekmeye de başladı.
Birliktelik yaşadığı Guerrero’nun 10 Ocak 1929′da öldürülmesinden sorumlu tutularak tutuklandı. Tina böylelikle Komünist Parti’nin aşağılanması için kullanılacak günah keçisi oldu. Tina’nın hafifmeşrep bir kadın ve tehlikeli bir katil olduğu yolunda acımasız bir kampanya başlatıldı. 1930′da da Başkan Pascaul Ortiz Rubio’ya yönelik gerçekleştirilen suikast girişiminden sorumlu tutularak önce hapsedildi daha sonra da Meksika’dan sürüldü ve Berlin’e gitti. Berlin, belgesel ve sanat fotoğrafçılığı konularında avantgarde konumdaydı. Ancak Tina, makinelerinin yetersizliği ve etraftaki fotoğrafçı bolluğu dolayısıyla ruhsal çöküntüye uğradı. 6 ay içinde kendisiyle Berlin’e de gelmiş olan Vittorio Vidali ile birlikte Moskova’ya geçti.
Fotoğrafçılığa Veda ve Ajanlık Yılları
Moskova, Tina’nın yaşamında yepyeni bir dönemin başladığı yer oldu. Burada fotoğraf makinesini bir daha eline almamak üzere bırakarak kendini tümüyle siyasal etkinliklere verdi. Vidali vasıtasıyla Lenin’in baş kalemi ve International Red Aid’in başındaki Yelena Stassova ile tanıştı. Stassova’nın kısa sürede güvenini kazanmasının ardından çeviri işlerinden faşist Avrupa’ya yönelik gizli görevlere terfi ettirildi. Komünist ajanlar, yakalanmaları durumunda hemen ölüm cezasına çarptırılıyorlardı. Ancak Tina en tehlikeli durumlardaki serinkanlılığıyla hatırı sayılır derecede ün yaptı ve siyasi tutukluların savunulması için kullanılacak fonları teslim etmek üzere pek çok kez İtalya ve İspanya’ya gizli görevle gönderildi. Tina’nın ünü ve yetkisi Moskova’da giderek arttı. 1933′de Red Aid Örgütü’nün Yönetim Komitesi’nde göreve getirildi.
İspanya’daki iç savaş döneminde de aktif rol aldı. Bu arada Ayuda adlı haftalık gazetede yazıları yayımlandı. 1939′da İspanya’dan ayrılmak zorunda kalınca New York’a gitmek istedi ancak ABD’ye girişi kabul edilmeyince Meksika’ya geçmek zorunda kaldı. Burada uzun çabaların sonunda 1930′daki sürgün kararını geçersiz kılmayı başardı. Meksika’da büyük bir değişim yaşanıyordu. Devrim rüzgarları durulmuştu ve Nazi-Sovyet saldırmazlık anlaşması Tina’nın Komünist Parti’ye olan inancını oldukça sarstı. Vidali ile süren beraberliğine karşın gerek güvenliği açısından gerekse ideolojik nedenlerle eski arkadaşlarının çoğundan uzak durmayı seçti. Siyasi etkinliklerine ise çeşitli kurumlar aracılığıyla Meksikalı sürgünlere yardım etmek suretiyle sürdürdü.
Kalp Krizinin Ardından Gelen Ölüm
Tina’yı Avrupa’ya gitmesinin öncesinde tanıyanlar döndüğünde daha önceki Tina’nın ancak bir gölgesi olduğu görüşündeydiler. Bu sırada Vidali’nin Meksika polisi tarafından tutuklanarak sorgulanmaya götürülmesi Tina’yı son derece olumsuz etkiledi. Vidali’nin serbest bırakılmasının hemen ardından da şiddetli bir depresyona girdi. Tina, 5 Ocak 1942′de arkadaşlarıyla gittiği bir akşam yemeğinin dönüşünde geçirdiği kalp krizi sonucu öldü.
Ölümünden yıllar sonra, bugün Tina Modotti’nin fotoğraf sanatçısı olarak konumu artık sorgulanmıyor. Nisan 1991′de Roses-Güller adını verdiği fotoğrafı, bir müzayedede 165.000 $’a satıldığında sanatçının adı yeniden gündeme gelmiş oluyordu.