Beşparmak Dağları’nın Gölgesinde Bir Renk Cümbüşü: Çomakdağ
Murat Solakoğlu, Yeşim Özcan, Zeynel Güven
Yazın sıcağını bahane edip biraz mola vermek istedik kent yaşamına! Deniz, kum, güneş değil derdimiz ama… Adına ne dersek diyelim: Duygu zenginliği, hatıra toplayıcılığı, geçmişin dehlizlerinde yol almak, belki çok kısa da olsa… Kim bilir gördüklerimiz, yaşadıklarımız, bu mola öyle serinletecek ki içimizi, belki de durup durup tekrar hatırlayacağız yaz mevsimi boyunca…
Şehrin koşturmacasından, sıcağından, yoğunluğundan kurtulup, yola koyulduk bir yaz sabahı, rotamız Ege!
Şehrin koşturmacasından, sıcağından, yoğunluğundan kurtulup, yola koyulduk bir yaz sabahı, rotamız Ege!
Beşparmak Dağları’nın gölgesindeki bir köye; nakışlı ahşap oyma kapıları, ustasının marifetlerini sergilediği bacalarıyla taş evleri, uçsuz bucaksız zeytin ağaçları, yemenisine fesleğenler, reyhanlar, mis gibi kokan çiçekler kondurmuş, ipek ve altının bir araya geldiği entarili kadınlarıyla bir renk cümbüşüne konuk olmaya gidiyoruz Çomakdağ Kızılağaç’a…
Uçsuz bucaksız vadiye hakim bir tepede bulunan Çomakdağ, Milas’ın gelenek ve göreneklerini günümüzde hala yaşatan bir dağ köyü. Köye iki şekilde ulaşılabilir: Bodrum tarafından gelirken Milas otogarını geçtikten sonra Dibekdere Köyü yoluna girerek, Kafaca, Epçe üzerinden Çomakdağ’a varılabilir. Diğer güzergah ise Bodrum- İzmir karayolu üzerinde Milas otogarına gelmeden Labranda antik şehrinin sapağından girilen ve Kızılcayıkık, Bahçeburun, Çınarlı köylerinden geçen yol.
“Mabetler şehri”…
Son yılların gözde mekanı, deniz, güneş ve eğlence diyarı Bodrum ile doğanın gizli güzelliği Bafa Gölü arasında kalan, nedense aceleyle geçilip gidilen, günümüzde hak ettiği ilgiyi görmeyen, ancak Antik Çağ’da “mabetler şehri” olarak ünlenen Milas’a uğruyoruz önce.
Sırasıyla Leleg, Karia, Lidya, Pers, Helen, Roma, Bizans, Selçuklu, Menteşe Beyliği ve Osmanlı uygarlıklarını yaşamış olan Milas’ın antik ismi Mylasos ya da Mylasa olarak bilinmektedir. Sodra (Çomakdağ) Dağı’nın eteklerinde kurulan şehir, Antik Çağ’da hem başkentlik yapmış hem de dini merkezlerden birisi olmuş. Tüm Karia Bölgesi’nin ulusal tanrısı Zeus’un Karios Mabedi’nin yer aldığı Milas, o dönemde her yerinin mermerle kaplı olması sebebiyle “mabetler şehri” olarak anılmıştır. Bugün Milas sınırları içinde 27 antik kentin kalıntılarını görmek mümkün.
Milas’ın sokaklarında bir kahveye oturuyoruz soluklanmaya. Etrafımız hemen kalabalıklaşıyor. “Nereden geliyorsunuz, Bodrum’a mı geçiyorsunuz?” diye soran Milaslılar’a “hayır, Çomakdağ’a gezmeye geldik” dediğimizde, “bu akşam düğün var köyde, pek güzel olur oranın düğünleri, hem bu düğünde pehlivanlar güreş tutacak” cevabını alıyoruz onların şivesinde. Çaylarımızı getiren kişi, Çomakdağlılar’ın düğünlerinin çok renkli olduğunu, yemenin içmenin sınırının olmadığını, düğünlerin günlerce konuşulduğunu ve çok masraflı olması sebebiyle azıcık(!) tutumlu olduklarını anlatıyor gülümseyerek. Akşamki düğün sahibinin çok varlıklı olduğunu, kızın dışardan yani başka memleketten geldiğini, damadın da okumuş, çok faydalı bir insan olduğunu öğreniyoruz çaylarımızı yudumlarken. “her düğünde en az bir kilo altın takılır kıza” diye söze karışıyor sonradan Çomakdağlı olduğunu öğrendiğimiz yaşlı bir amca gururla!
Ketendere, İkiztaş, Çomakdağ (Kızılağaç)…
Milas’tan yola koyulup, Beşparmak Dağları’na varıldığında Çomakdağ köyleri olan İkiztaş, Kızılağaç ve Ketendere çıkıyor karşımıza. Özellikle taş evlerin vadi manzarasına bakan, boyalı ahşap pencereleri, toprak damları ve bacaları hemen dikkatimizi çekiyor. Çomakdağ evleri genellikle iki katlı ve etrafı kalın duvarlarla çevrili.
1970’li yıllara kadar evlenecek çiftlere mutlaka bu taş evlerden hazırlanırmış. Yapımı oldukça zahmetli olan bu evleri taş ustaları, yöredeki taş ocağından çıkarılan ve içindeki silisyum nedeniyle pırıl pırıl parlayan taşlardan, el hünerlerini sergileyerek yaparlarmış. Bir taş evi ortalama olarak, iki usta ancak iki ayda tamamlayabilirmiş. Hünerli ustalar şimdilerde çok yaşlandığından, genç olanların çoğu da Bodrum’a taş işlemeye gittiği için artık evler beton ya da kerpiçten yapılır olmuş.
“Önde zeytin ağaçları arkasında yar”
Beşparmak Dağları’nda kıvrıla kıvrıla akıp giden, göz alabildiğine zeytin ağaçlarıyla bezenmiş yollardan geçerken birden aklıma Bedri Rahmi Eyüboğlu’unun şiiri düşüyor: “Önde zeytin ağaçları arkasında yar…” diye başlayan!
Bundan 50–60 yıl önce Söke Ovası’na pamuk ekmeye giden köylüler, kazançlarıyla bu dağlarda arazi satın almışlar. Bu arazilere zeytin ağaçları dikmişler. Bugün Çomakdağ halkının geçim kaynakları arasında pamuk ve hayvancılıktan sonra zeytincilik çok önemli bir yere sahip.
Kıvrıla kıvrıla tepelere ulaştığımız, gözümüzün zeytinliklere ve yeşilliğe alıştığı bir anda Çomakdağ Kızılağaç’a ulaşıyoruz. Taş bir evin gölgesine oturmuş köyün yaşlı kadınları sanki buralıymışız, geleceğimizden haberliymişler gibi karşılıyorlar bizi. “Hoş geldiniz, kimlerdensiniz” sorusu, gülüşmeler ve konuşmalar başlıyor. “Bugün ve yarın köyde düğün var, hiçbir yere gitmeyin burda oluverin olur mu” diyor ve elimi sıkıyor en yaşlı ve en güleç yüzlü olanı.
Kıvrıla kıvrıla tepelere ulaştığımız, gözümüzün zeytinliklere ve yeşilliğe alıştığı bir anda Çomakdağ Kızılağaç’a ulaşıyoruz. Taş bir evin gölgesine oturmuş köyün yaşlı kadınları sanki buralıymışız, geleceğimizden haberliymişler gibi karşılıyorlar bizi. “Hoş geldiniz, kimlerdensiniz” sorusu, gülüşmeler ve konuşmalar başlıyor. “Bugün ve yarın köyde düğün var, hiçbir yere gitmeyin burda oluverin olur mu” diyor ve elimi sıkıyor en yaşlı ve en güleç yüzlü olanı.
Fesleğenler, kokulu çiçekler… Her şeyin bir dili var Çomakdağ’da!
Çomakdağ’da kadınların giydiği kıyafetlerin, taktıkları aksesuarların hepsinin bir dili, anlamı var. Özellikle kadınların giydiği kıyafetlerden evli mi, çocuğu var mı, kocası hayatta mı gibi birçok sorunun cevabını sormadan öğrenebiliyorsunuz.
Düğün dernek dışındaki günlerde kadınlar basma ve pazenden dikilmiş elbiseler, altına ise “topdon” denilen şalvarlar giyinirlermiş. Özel günlerde ise tüm kadınlar yöresel kıyafetlerini giyiniyor. Özellikle köyde dokunan ipek kumaşlarla yapılan yöresel kıyafetler, dikiş bilen kadınlar tarafından dikiliyor. Köyde hala az da olsa ipek böcekçiliği ile uğraşılmasının en önemli sebebi, kadınların bu yöresel kıyafetleri için gereken ipek kumaşları sağlamak.
“Üçbeş entari” adı verilen yöresel kadın kıyafeti 7 kattan oluşuyor. Önce “topdon” denilen ve üzerinde “yaneş” denilen yöresel elişi olan şalvar giyiliyor. Yaneş aile yadigarı kıymetli bir elişi olup, yapımı nerdeyse 6 ay sürebiliyor. Topdonun üzerine entariye benzeyen uzun kollu ipek bir gömlek giyiliyor. Onun üzerine de “üçbeş entari” giyildikten sonra bele yün kuşak bağlanıyor. Kuşağın üstüne ipek bir önlük, elbisenin üst kısmına ise göğüslük takılıyor. Elbiselerin arkasına nazardan korunmak için boncuk işlemeli bir kumaş bağlanıyor.
Çomakdağ kadınlarının hem düğün dernekte hem de gündelik hayatta kullandıkları, hiç kafalarından çıkarmadıkları “tuğra” denilen başlıkları onlara ayrı bir güzellik katıyor. 33 adet altın, “taka” denilen başlığın üzerine tutturuluyor ve “sakındırak” adı verilen bir işlemeli parçayla boyundan aşağı sarkıtılıyor. Evlendikten sonra takılan tuğra bir daha asla çıkarılmazmış. Tuğranın üzerineyse rengarenk kumaşlardan yazma ya da “kollu” sarılıyor. Kollunun üzerine, boncukların altına takılan 15 adet Osmanlı altını kıyafeti tamamlıyor.
Eskiden Osmanlı altınlarını sadece yeni gelinler takarmış ve çocukları olduğu zaman altınları çıkarırlarmış, ama artık çocuğu olsun olmasın tüm evli kadınların tuğralarında bu altınlar varmış.
Çomakdağı kadınlarının güzel yüzlerini, renkli gözlerini tamamlayan en önemli detaysa kafalarına taktıkları fesleğen, reyhan gibi otlar ve kokulu çiçekler.
Peki ya bu çiçekler, fesleğenler, kokulu otlar neden takılır diye sorduğumda, “bunları biz yaşlılar daha çok takarız, mis gibi kokalım” diye cevaplıyor yaşlı teyzelerden birisi.
Teyzelerle biraz daha sohbet ettikten sonra köy meydanında ağaçların altındaki, gölgelik ve serin olan köy kahvesine geçiyoruz. Köyün yaşlıları kahvede oturmuş çay içip, sohbet ediyorlar. Bizi gören herkes önce bir selam verip, çay kahve ne içersiniz diye soruyorlar. Ardından başlıyorlar anlatmaya…
Çomakdağ’da kadınların giydiği kıyafetlerin, taktıkları aksesuarların hepsinin bir dili, anlamı var. Özellikle kadınların giydiği kıyafetlerden evli mi, çocuğu var mı, kocası hayatta mı gibi birçok sorunun cevabını sormadan öğrenebiliyorsunuz.
Düğün dernek dışındaki günlerde kadınlar basma ve pazenden dikilmiş elbiseler, altına ise “topdon” denilen şalvarlar giyinirlermiş. Özel günlerde ise tüm kadınlar yöresel kıyafetlerini giyiniyor. Özellikle köyde dokunan ipek kumaşlarla yapılan yöresel kıyafetler, dikiş bilen kadınlar tarafından dikiliyor. Köyde hala az da olsa ipek böcekçiliği ile uğraşılmasının en önemli sebebi, kadınların bu yöresel kıyafetleri için gereken ipek kumaşları sağlamak.
“Üçbeş entari” adı verilen yöresel kadın kıyafeti 7 kattan oluşuyor. Önce “topdon” denilen ve üzerinde “yaneş” denilen yöresel elişi olan şalvar giyiliyor. Yaneş aile yadigarı kıymetli bir elişi olup, yapımı nerdeyse 6 ay sürebiliyor. Topdonun üzerine entariye benzeyen uzun kollu ipek bir gömlek giyiliyor. Onun üzerine de “üçbeş entari” giyildikten sonra bele yün kuşak bağlanıyor. Kuşağın üstüne ipek bir önlük, elbisenin üst kısmına ise göğüslük takılıyor. Elbiselerin arkasına nazardan korunmak için boncuk işlemeli bir kumaş bağlanıyor.
Çomakdağ kadınlarının hem düğün dernekte hem de gündelik hayatta kullandıkları, hiç kafalarından çıkarmadıkları “tuğra” denilen başlıkları onlara ayrı bir güzellik katıyor. 33 adet altın, “taka” denilen başlığın üzerine tutturuluyor ve “sakındırak” adı verilen bir işlemeli parçayla boyundan aşağı sarkıtılıyor. Evlendikten sonra takılan tuğra bir daha asla çıkarılmazmış. Tuğranın üzerineyse rengarenk kumaşlardan yazma ya da “kollu” sarılıyor. Kollunun üzerine, boncukların altına takılan 15 adet Osmanlı altını kıyafeti tamamlıyor.
Eskiden Osmanlı altınlarını sadece yeni gelinler takarmış ve çocukları olduğu zaman altınları çıkarırlarmış, ama artık çocuğu olsun olmasın tüm evli kadınların tuğralarında bu altınlar varmış.
Çomakdağı kadınlarının güzel yüzlerini, renkli gözlerini tamamlayan en önemli detaysa kafalarına taktıkları fesleğen, reyhan gibi otlar ve kokulu çiçekler.
Peki ya bu çiçekler, fesleğenler, kokulu otlar neden takılır diye sorduğumda, “bunları biz yaşlılar daha çok takarız, mis gibi kokalım” diye cevaplıyor yaşlı teyzelerden birisi.
Teyzelerle biraz daha sohbet ettikten sonra köy meydanında ağaçların altındaki, gölgelik ve serin olan köy kahvesine geçiyoruz. Köyün yaşlıları kahvede oturmuş çay içip, sohbet ediyorlar. Bizi gören herkes önce bir selam verip, çay kahve ne içersiniz diye soruyorlar. Ardından başlıyorlar anlatmaya…
Dillere destan Çomakdağ düğünleri…
Kız istemeye perşembe veya pazar günü gidilir; düğün ise salı ya da cuma başlayıp dört gün devam edermiş. Kız istemenin ardından nişan ve düğün süreci başlarmış.
Çomakdağ’da, düğüne davet edilecek kişilere, düğün sahiplerine yakınlık derecelerine göre havlu, gömlek, ayakkabı, mendil, şapka gibi “okuntu” adı verilen hediyeler dağıtılırmış.
Düğünler damadın evinin yüksek bir yerine bayrak dikilmesiyle başlarmış. Ardından gelecek misafirler için pişirilecek keşkek yemeğinin buğdayı köyün ortasında bulunan dibek taşında dövülüp, yemek hazırlıklarına girişilirmiş.
İlk günün akşamı; bu hazırlıkların yanı sıra kız evine altın, takı ve hediyeler götürülürmüş.
İkinci gün; gelinin evinde kına gecesi, damadın evinde ise “oğlan dolandırması” denilen eğlence düzenlenirmiş. Kına gecesi sırasında gelinin başında “gelin şekeri” denilen şeker kırılıp, misafirlere dağıtılırmış.
Düğünün üçüncü günü; bayrakla birlikte kız evine gelin almaya gidilirmiş. Gelin at üzerinde köyde dolaştırıldıktan sonra davul zurna eşliğinde erkek evine getirilirmiş. Gelin erkek evine girerken evliliklerinin bolluk ve bereketli olması dileğiyle başından aşağıya bozuk para ve buğday atılırmış.
Dördüncü gün; erkek tarafı gelinin akrabalarına hediyeler götürür, “duvak eğlencesi” denilen yemekli, çalgılı eğlenceye devam edilirmiş. Oğlan evinde davullu zurnalı zeybek oyunları; kız evindeyse ud, keman, cümbüş çalınıp oynanılırmış.
Kız istemeye perşembe veya pazar günü gidilir; düğün ise salı ya da cuma başlayıp dört gün devam edermiş. Kız istemenin ardından nişan ve düğün süreci başlarmış.
Çomakdağ’da, düğüne davet edilecek kişilere, düğün sahiplerine yakınlık derecelerine göre havlu, gömlek, ayakkabı, mendil, şapka gibi “okuntu” adı verilen hediyeler dağıtılırmış.
Düğünler damadın evinin yüksek bir yerine bayrak dikilmesiyle başlarmış. Ardından gelecek misafirler için pişirilecek keşkek yemeğinin buğdayı köyün ortasında bulunan dibek taşında dövülüp, yemek hazırlıklarına girişilirmiş.
İlk günün akşamı; bu hazırlıkların yanı sıra kız evine altın, takı ve hediyeler götürülürmüş.
İkinci gün; gelinin evinde kına gecesi, damadın evinde ise “oğlan dolandırması” denilen eğlence düzenlenirmiş. Kına gecesi sırasında gelinin başında “gelin şekeri” denilen şeker kırılıp, misafirlere dağıtılırmış.
Düğünün üçüncü günü; bayrakla birlikte kız evine gelin almaya gidilirmiş. Gelin at üzerinde köyde dolaştırıldıktan sonra davul zurna eşliğinde erkek evine getirilirmiş. Gelin erkek evine girerken evliliklerinin bolluk ve bereketli olması dileğiyle başından aşağıya bozuk para ve buğday atılırmış.
Dördüncü gün; erkek tarafı gelinin akrabalarına hediyeler götürür, “duvak eğlencesi” denilen yemekli, çalgılı eğlenceye devam edilirmiş. Oğlan evinde davullu zurnalı zeybek oyunları; kız evindeyse ud, keman, cümbüş çalınıp oynanılırmış.
Çomakdağ’da katıldığımız düğün iki gün sürdü. Sebebini sorduğumda ”gelin dışlak olduğundan onu kendi memleketinden almaya gittik, o yüzden iki gün orda, iki gün de burada yapıyoruz düğünü” dediler.
Köye ilk girdiğimizde genellikle çok renkli kıyafetler yoktu kadınların üzerinde, oysa akşam olup da düğün başlayınca gördüklerim karşısında dilim tutuldu adeta: Burası bir karnaval alanına dönmüştü, rengarenk giysiler içinde, başlarında nefis kokulu çiçekleriyle Çomakdağ kadınları gerçekten de görülmeye değerdi! Düğünün ilerleyen saatlerinde benim heyecanımdan etkilenmiş, sorularımdan da bunalmış olacaklar ki, Huriye Teyze “geliver de sana da bi kıyafet giydireyim” dedi. Kendisine ait üçbeş entariyi, ipek topdonu giyinip, tuğra ve altınları takınca ben de bir Çomakdağ gelini oluvermiştim. En güzeli ise evinin bahçesinden çıkarken kafama taktığı nefis kokulu yıldız çiçeği ve fesleğenlerdi.
Köye ilk girdiğimizde genellikle çok renkli kıyafetler yoktu kadınların üzerinde, oysa akşam olup da düğün başlayınca gördüklerim karşısında dilim tutuldu adeta: Burası bir karnaval alanına dönmüştü, rengarenk giysiler içinde, başlarında nefis kokulu çiçekleriyle Çomakdağ kadınları gerçekten de görülmeye değerdi! Düğünün ilerleyen saatlerinde benim heyecanımdan etkilenmiş, sorularımdan da bunalmış olacaklar ki, Huriye Teyze “geliver de sana da bi kıyafet giydireyim” dedi. Kendisine ait üçbeş entariyi, ipek topdonu giyinip, tuğra ve altınları takınca ben de bir Çomakdağ gelini oluvermiştim. En güzeli ise evinin bahçesinden çıkarken kafama taktığı nefis kokulu yıldız çiçeği ve fesleğenlerdi.
İlk gün akşam erkekler zeybek oyunları oynadılar, kadınlarsa kendi aralarında yan taraftaki bahçede oynadılar. Ancak erkek- kadın ayrımı yoktu. İsteyen dilediği yerde oturabiliyor, oyunları izleyebiliyordu.
Gecenin ilerleyen saatlerinde erkeklerin zeybek oynadığı alana dansözler geldi, eğlence sabaha kadar devam etti. Düğün yerinden ayrılırken “yarın gün batmadan, akşama doğru gelin hamamına geliveresin gari” diye sıkı sıkı tembihlediler beni. Ertesi gün davet edilip de katıldığım gelin hamamı tam bir sürpriz oldu benim için…
Gecenin ilerleyen saatlerinde erkeklerin zeybek oynadığı alana dansözler geldi, eğlence sabaha kadar devam etti. Düğün yerinden ayrılırken “yarın gün batmadan, akşama doğru gelin hamamına geliveresin gari” diye sıkı sıkı tembihlediler beni. Ertesi gün davet edilip de katıldığım gelin hamamı tam bir sürpriz oldu benim için…
Havlusuz, susuz, hamamsız, terliksiz: buyurun gelin hamamına!
Ertesi gün gelin hamamından önce köy meydanındaki kahvede vakit geçirdik epeyce… Ortalıkta kimseler yoktu. Köy kahvesini işleten köylü kadına sorduk (evet kahveyi bir kadın işletiyordu) nerde köylülerin çoğu diye? “Uyur onlar daha, akşama güreş tutulacak, sabaha kadar izleyebilmek için” diye cevap verdi gülen gözleriyle.
Saat altıya doğru müzik sesleri gelmeye başladı. Kahvenin önünden yine yöresel kıyafetlerini giymiş, dün akşamdan daha da renkli kadınlar, çocuklar geçmeye başladı. “ee sen gelivemiyoon mu hadi” diye seslendi içlerinden biri, takılıp gittim peşlerinden oğlan evine.
Ben diğer yörelerden hamam diye bildiğim havlulu, hamamlı, sulu, taslı bir eğlence beklerken gördüm ki Çomakdağ’da gelin hamamı demek; gelin kız, çalgıcılar ve köyün kadınlarının hep beraber köy içinde oyunlar oynayarak dolaşmalarıymış.
Ertesi gün gelin hamamından önce köy meydanındaki kahvede vakit geçirdik epeyce… Ortalıkta kimseler yoktu. Köy kahvesini işleten köylü kadına sorduk (evet kahveyi bir kadın işletiyordu) nerde köylülerin çoğu diye? “Uyur onlar daha, akşama güreş tutulacak, sabaha kadar izleyebilmek için” diye cevap verdi gülen gözleriyle.
Saat altıya doğru müzik sesleri gelmeye başladı. Kahvenin önünden yine yöresel kıyafetlerini giymiş, dün akşamdan daha da renkli kadınlar, çocuklar geçmeye başladı. “ee sen gelivemiyoon mu hadi” diye seslendi içlerinden biri, takılıp gittim peşlerinden oğlan evine.
Ben diğer yörelerden hamam diye bildiğim havlulu, hamamlı, sulu, taslı bir eğlence beklerken gördüm ki Çomakdağ’da gelin hamamı demek; gelin kız, çalgıcılar ve köyün kadınlarının hep beraber köy içinde oyunlar oynayarak dolaşmalarıymış.
Alın da benim barutumu saçmamı
Üç gün kaldı şu dağlardan kaçmamı
Gurbette sebep oldu yardan ayrı düşmemi
Aman da aman yaylada bülbül ötmesin
Benim de yarim şu Muğla’dan gitmesin
Aman da karanfilim saksılarda durur mu?
Suyunu da bu yollarda bulur mu?
Aman da ben yarimi görmeyeli unuttum.
Hamam eğlencesinde vazgeçilmez zeybek havası “Muğla Zeybeği” olup; Harmancı, Kerimoğlu, Arabım, Ormancı da Çomakdağ düğünlerinin oyunlarından.
Keşkeksiz düğün olmaz!
Çomakdağ’da düğün yemeklerinin pişirilmesi için aşçı tutuluyor. Evin “hayat” denen bahçesinde bakır kazanlarda, odun ateşinde ağır ağır pişirilerek hazırlanan yemekler, tabaklara konulup bakır tepsilerle düğüne gelen misafirlere ikram ediliyor. Düğün süresince herkes pişen bu yemeklerle karnını doyuruyor. Aşçıya köyün kadınları yardım ediyorlar.
Düğün sofralarının baş yemeği keşkek. Buğday dövüldükten sonra tavukla beraber haşlanıyor. Tavuk lif lif olunca iyice eziliyor ve tuz ilave ediliyor. Tabaklara konulurken üzerine tereyağı ve kırmızıbiber gezdiriliyor.
Ayrıca düğün sahibinin maddi imkanlarına göre et kavurma, kuru fasulye, etli nohut, etli taze fasulye, tatar, etli patates, zeytinyağlı yaprak sarma, salata ikram ediliyor. Tatlı olarak helva ya da mevsim meyveleri yeniliyor. İçki olarak da genellikle erkekler rakı içiyorlar.
Çomakdağ’da düğün yemeklerinin pişirilmesi için aşçı tutuluyor. Evin “hayat” denen bahçesinde bakır kazanlarda, odun ateşinde ağır ağır pişirilerek hazırlanan yemekler, tabaklara konulup bakır tepsilerle düğüne gelen misafirlere ikram ediliyor. Düğün süresince herkes pişen bu yemeklerle karnını doyuruyor. Aşçıya köyün kadınları yardım ediyorlar.
Düğün sofralarının baş yemeği keşkek. Buğday dövüldükten sonra tavukla beraber haşlanıyor. Tavuk lif lif olunca iyice eziliyor ve tuz ilave ediliyor. Tabaklara konulurken üzerine tereyağı ve kırmızıbiber gezdiriliyor.
Ayrıca düğün sahibinin maddi imkanlarına göre et kavurma, kuru fasulye, etli nohut, etli taze fasulye, tatar, etli patates, zeytinyağlı yaprak sarma, salata ikram ediliyor. Tatlı olarak helva ya da mevsim meyveleri yeniliyor. İçki olarak da genellikle erkekler rakı içiyorlar.
Çıktılar meydana…Düğünün ikinci günü, akşam olduğunda köy meydanındaki kalabalık görülmeye değerdi. Yediden yetmişe herkes düğün güreşini izlemeye gelmişti. Güreş alanının çevresine dönerciler, dondurmacı, şekerci tezgah kurmuştu. Düğün güreşine pek çok pehlivan katılacaktı. Düğün sahibinin maddi imkanlarına göre kaç pehlivanın katılacağı önceden belli oluyormuş. Önce küçükler başladı güreşmeye, daha sonra sırasıyla gençler, büyükler. İki gündür öyle yorulmuştum ki güreşlerin sonunu izleyemedim ne yazık ki…
Türkiye’de kültürünün yaşatılması gereken beş köyü arasına seçilen ve ÇEKÜL Vakfı tarafından köy koruma projesi kapsamına alınan Çomakdağ… Okuma yazma oranı % 98 olan, geleneklerini koruyarak günümüze kadar ulaştırabilmiş ve görülmeye değer Çomakdağ…
Bodrum taraflarına yolunuz düşerse öyle hızlıca geçip gitmeyin, görmezden gelmeyin Milas tabelasını. Önce bir çay için Milas’ın kahvelerinden birinde. Sonra varın gidin Beşparmak Dağları’nın gölgesindeki Çomakdağ Kızılağaç’a!
Bodrum taraflarına yolunuz düşerse öyle hızlıca geçip gitmeyin, görmezden gelmeyin Milas tabelasını. Önce bir çay için Milas’ın kahvelerinden birinde. Sonra varın gidin Beşparmak Dağları’nın gölgesindeki Çomakdağ Kızılağaç’a!
Gördüklerimiz, yaşadıklarımız… Beşparmak Dağları’nın gölgesinde verdiğimiz bu minik mola, öyle serinletti ki içimizi. Güler yüzlü, dost canlısı Çomakdağlılar’a veda edip ayrılırken “gene geliverecez buralara” deyivedik.
Yazı: Yeşim Özcan
Fotoğraflar: Zeynel Güven- Murat Solakoğlu-Yeşim Özcan
Fotoğraflar: Zeynel Güven- Murat Solakoğlu-Yeşim Özcan
Başta ÇOMAKDER (Çomakdağ Tanıtım Derneği) olmak üzere, köylülerin de katkısıyla Çomakdağ’da turizme yönelik turlar yapılmakta. Dört gün süren düğünleri, önceden kaç kişi geleceğinizi haber vererek 3-4 saatlik bir program dahilinde izleyebilir; Çomakdağ sakinleriyle bir araya gelebilirsiniz. Her türlü bilgi ve danışma için Muhtar Ali Üsküdar ile irtibata geçilebilir.
Ali Üsküdar: 0252 544 80 01 GSM: 0542 242 16 39
ÇOMAKDER Başkanı, HASAN Yıldırım: 0535 513 56 67