Ami Vitale (born 1971) is an American photojournalist.
She has a degree in International Studies from the University of North Carolina. Her photographs have appeared in Time, Newsweek, US News & World Report and The New York Times, among others and two stories which she completed in 2001 in Guinea Bissau and Mauritania placed first in the National Press Photographers Association Best of Photojournalism.
She has won many awards for her pictures, including 'Le Prix CANON de la femme Photojournaliste 2003' and National Press Photographers Association 2003 Magazine photographer of the year.
Ami Vitale is living in Delhi, India.
While she has photographed in many of the most dangerous and impoverished places of the world, her images retain a sense of humanity and joy
Şirin Neşat, etkileyici fotoğraf ve film çalışmalarında çoğunlukla, İslam dünyasındaki cinsiyet farklılıkları üzerinde duruyor, ki bu da sık sık onun klişelerden yola çıktığı eleştirisiyle karşılaşmasına yol açıyor. Amin Fazenefar'ın haberi
Shirin Neshat'ın çalışmalarını derin etkiler bırakan deneyimsel bir alana dönüştüren şey, onun çalışmalarındaki belirlenemezlik.
İran'ın tanınmış sanatçılarından Shirin Neshat, uluslararası ününe 1994’te 37 yaşındayken kavuştu: "Women of Allah" / "Guardians of Revolution" (Allah’ın Kadınları Devrimin Bekçileri; 1993), birbirine karşıt ilişkilerden beslenen bir film çalışmasıydı:
Filmde İranlı genç kadınların yüzlerindeki, el ve ayaklarındaki Arapça yazılar gösteriliyor, bununla da düğünlerde kınayla yapılan süslemeler çağrıştırılıyordu. Bu kadınların (ki bunlardan biri de sanatçının kendisiydi) nedeni anlaşılamayan bir ciddiyetle izleyiciye doğrulttuğu namlular da, devrim şehitleri klişesi hakkındaki izlenimleri tamamlıyordu.
Bununla birlikte "Women of Allah", kültür sınırlarının ötesinde farklı biçimlerde de okunabilir: Yazılar Batılı izleyicilere salt grafik bir süsleme gibi geliyor, ancak bu yazıyı bilenler, bunlarda feminist kadın yazarların metinlerini görüyorlar: Neshat'ın sanatı 'yabancı olan' ile 'özgün olan' arasındaki sınırda dolaşıyor.
1957 Kezvin doğumlu sanatçı, 17 yaşında İran'dan ayrılmış, o zamandan bu yana ABD'de yaşıyor, devrim sonrası oluşan durumu görmek üzere İran İslam Cumhuriyeti’ne bir daha ancak 1990’da gitmiş.
Haremlik, selamlık
Neshat İran'da şeriatın, cinsiyet ayrımının izlerini taşıyan, sekiz yıl süren Irak Savaşı’nın doğurduğu sonuçların travmasını yaşayan, tümüyle değişmiş bir toplumla karşılaşmış.
Elbette tüm bunlar, Neshat'ın sanatı üzerinde derin izler bırakır: Karşıtların etkisini eserlerine yansıtır; videolarında, filmlerinde, geniş ve dar açı ayarlarını, siyah ve beyazı, açık ve koyuyu, sesliyi ve sessizi birbiriyle kesin ve dolaysız bir şekilde karşı karşıya getirir; resim alanlarının net bir şekilde ayrılması - sanatçının çalışmaları çoğunlukla iki ayrı perdede temsil edilir -, cinsiyet alanlarının ayrılması ile örtüşür.
"Turbulance" ("Rapture" ve "Fervor"la birlikte bir üçlemenin parçası olan) adlı filminde bir adam izleyicilerin önünde şarkı söyler, kadının gırtlağından ise yalnızca anlaşılmaz sesler çıkmaktadır...
Resmi büyüt 1957 Kezvin doğumlu sanatçı, 17 yaşında İran'dan ayrılmış, o zamandan bu yana ABD'de yaşıyor, devrim sonrası oluşan durumu görmek üzere İran İslam Cumhuriyeti’ne bir daha ancak 1990’da gitmiş Sanatçının son dönem film çalışmalarında yoğun bir ritmin, insanı hipnotize edercesine hareket eden kameraların ve bilinçaltına işleyen seslerin etkisi görülmektedir:
"Pulse"da (2001), uzun bir kamera çekimiyle; nostaljik döşenmiş loş bir bodrum katında, bir radyonun yanına kıvrılmış, bir melodi mırıldanan bir kadını gösterir. Ritmik bir nabız sesinin eklendiği bu tablo eve bağlılığın, nostaljinin, tutsaklığın, yalnızlığın rahatsız edici deneyimine dönüşür.
Yine siyah-beyaz bir film olan "Possessed" da benzer bir şekilde yoruma açıktır. Burada kamera, neresi olduğu anlaşılmayan bir şehrin eski semtlerindeki dar sokaklarda soluk soluğa koşturan bir kadını izler. Ta ki kalabalık şehir merkezinde dikkatli bakışları üzerine çekinceye dek. Memleketinden kaçan bir sürgünün kâbusu mudur bu? Ataerkil bir toplumda kadının içe bakışının tanımlanması mıdır yoksa?
Neshat’ın yine ay yıl çektiği "Passage" da cinsiyet ayrımının yanı sıra başka karşıtlıkları aktarır. Yaşam, ölüm ve yeniden doğuş; su ve toprak. Uzak mesafeden, deniz kıyısında bir grup adam görülür; karaya, çember şeklinde oturmuş, çukur kazan kadınlara doğru bir tabut taşımaktadırlar. Sonunda yas tutan cemaatin çevresi ateşten bir duvarla sarılır. "Passage", zıtlıkların -bir çöküş bile olsa- ritüel birleşimini yansıtır.
Uluslararası sanat piyasasının favorisi
Neshat’ın çalışmalarının birçoğu Fas ve Türkiye'de çekilmiş ve hepsi de hayali bir Doğu'da geçiyor, yüzleri, kimlikleri olmayan belirsiz insan gruplarını konu alıyor. Bu insanların yaşadığı hayali coğrafyalar arkaik bir güce ve yoğun imgelere sahip olsa da, İran'da Hatemi döneminden sonra esaslı bir revizyon gerektiren klişelere tehlikeli bir yakınlık içinde bulunuyorlar.
Ne olursa olsun, Neshat uluslararası sanat piyasasını seviyor: New Yorklu sanatçı doksanlı yıllardan bu yana, uluslararası çapta önem taşıyan bütün sanat etkinliklerine katılıyor, fotoğraf çalışmaları bugüne değin sayısız derginin kapağını süsledi.
Tüm bunlar haliyle Shirin Neshat'ı İran'ın baş temsilcisi durumuna getiriyor. Bir takım tersliklere rağmen İran'da direnen ve aktif olan kadın çevresine ise, Neshat’ın sanatında ve yanında pek yer yok:
İran'ın gerçekçi, farklılaşmış ve çağa uygun bir tablosunu çizen genç kuşak kadın sanatçıların işi, 50 yaşındaki Neshat’ın varlığı nedeniyle zor gibi görünüyor. Peki Neshat bu üstün temsilci konumunu istiyor mu? Genç kuşak kadın sanatçıların sanat piyasasından uzakta kalması, her şeyden önce Batı’nın Doğu sanatından beklediği şeylerden kaynaklanmıyor mu?
Shirin Neshat'ın çalışmalarını derin etkiler bırakan deneyimsel bir alana dönüştüren şey, onun çalışmalarındaki belirlenemezlik: Neshat çok anlamlı, belirsiz simge ve düşsel figürler kullanarak çıkarılabilecek her türlü mesajın üstünü örtüyor.
I first arrived in Moscow in 1990 on an assignment to document the social changes wrought by Gorbachev's twin policies of perestroika and glasnost- economic reforms coupled with a new openness and social/political freedoms. At the time there was as yet little evidence of the economic transformations on the horizon, except for the opening of the world's largest McDonald's on Pushkin Square. State stores in Moscow still offered a meager selection of basic staples, although much more than could be found elsewhere in Russia.
On the glasnost side however, there was a feeling of excitement in the city. This was an opportune moment to be there as a foreign photo-journalist because it was the first time that people felt free to speak to, or interact openly with, Westerners without the fear of a KGB hand on their shoulder. Traditionally all political discussion had been limited to "kitchen debates" with family and trusted friends in the confines of one's apartment. It was a bewildering but heady moment for many who had grown up with total State control of the media to turn on the T.V. or read the newspaper and find public criticism of failed government policies for the first time. The impact was most profound for artists, intellectuals and young Muscovites who had a 1960s sense that now anything was possible and that the old social order was collapsing. Similar feelings were sweeping Russia's second cultural capital, Leningrad (soon to be renamed St. Petersburg). In the countryside, however, people heard the news as if it was coming from another planet.
The first phase of the new Russian revolution came to an end in August 1991 as the old guard tried unsuccessfully to put a halt to the reforms by placing Gorbachev under house arrest. Boris Yeltsin seized the day and his finest hour climbing atop a tank to defend reformers in the Russian White House. Gorbachev was set free but the crisis was the beginning of the end of his political career. After saving him, Yeltsin would betray Gorbachev only a few months later by orchestrating the end of the Soviet Union, kicking him out of the Kremlin and onto the lecture circuit.
As the 1990s draw to a close it now appears to be the final months of the Yeltsin era (barring an emergency powers act or changes in the Russian constitution). The optimism of the early 1990s has long since evaporated as the reality of crime and corruption in the new economic order became apparent. In Moscow today there are dozens of new designer boutiques, supermarkets and shopping centers selling Western brand names to the new economic elite. But for the majority of Russian's, especially outside the capital, this is still a life viewed by window shopping only.
During Soviet times Moscow was a Potemkin village, showcasing socialist life while hiding its harsher realities. Now, under the "market economy", and a powerful mayor with his sites on the presidency, it continues to fulfill this role giving an artificial impression of capitalism in the new Russia. In the countryside, life has gone from bad to worse with the collapse of state support in mining, agriculture and other areas.
Adapting to the new realities is hardest for older Russians. Many of them actually believed in the ideology for which they sacrificed a lifetime and which has now been discarded in a few short years. Their reward has been state pensions that are paid late or not at all and which are virtually worthless due to inflation. Not surprisingly, some look back to the Soviet era wistfully, claiming they would gladly trade their new political freedoms for old social securities. In their minds, Stalin provided order rather than repression.
For most of Russia the "free market" is still an illusive concept, experienced only on the level of small scale street trading.
In 1996 I went to Russian to cover its first American style presidential campaign. In the elections Russians were asked to choose between a return to the past under the Communist candidate- Zhuganov, or to continue the "reform" process under Yeltsin. Yeltsin won, partly with the support of the oligarchy of powerful businessmen who now controlled newly privatized media that kept the anti-Communist feeling of the early 90s alive and partly by persuading the third major candidate, General Lebed, to drop out of the race and join his team.
Arriving in Moscow, I started following the candidates with the rest of the media but then decided to leave the photo-op's on the campaign trail behind. Instead, I decided to photograph Russians from different backgrounds and ask them to give their own opinions on where their country was heading. I felt a combination of portraits and personal statements would give an intimate view of the country at the crossroads between its Communist past and an uncertain future. This series of photos and text is the result. It portrays a widening gap between life in the countryside and in the capital; between those benefiting from the new social order, those on the road to change but uncertain where it will lead, and those who have been left by the wayside.
Three years on, following new corruption scandals and a banking collapse that wiped out the savings of much of the fledgling middle class, the gap between the New and Old Russia continues to grow. As it approaches the millennium and new presidential elections Russia's future remains clouded with uncertainty.
Robert Wallis was based in Moscow from 1990-93 and now lives in London. He has worked on feature stories in Russia and the former Soviet Union for Time, Newsweek, Fortune and other U.S. and European publications. He also works extensively in Europe and South and East Asia.