Thursday, March 7, 2013

Haymarket’in kadın yüzleri


Fulya Alikoç
19. yüzyıl, dünyanın Batı tarafının her yerinde altın çağını yaşadığını düşünen kapitalistler için kabus gibi geçen bir yüzyıl olmuştur bir bakıma. Bir yandan vahşi sömürü koşullarında ortalama 12-16 saat çalışan işçilerin insanca yaşam mücadelesi, yani artık bir sınıf olduğunun bilincine varan işçi sınıfının gölgesi… Diğer yandan bu sınıfın içerisinde iki kat sömürü yaşayan emekçi kadın uyanışı… Bir taraftan da yüzyıllardır “beyaz adam”ın boyunduruğu altında ezilmiş, öldürülmüş Afrika kökenli ve yerli Amerikalı kölelerin başkaldırıları…
Siyah, yoksul, kadın
Kapitalizmin bu kabusunun tam ortasında ve tüm bu uyanışların kesişim noktasına, Teksas’ta siyah, Meksika kökenli bir aile doğan kız çocuklarını ilk defa kucağına alır. Henüz doğmadan bir miras olarak ona devredilmiş kölelik Lucy’nin sadece çocukluk yıllarını elinden alabilecektir. Çocukluğu ve ilk gençliği boyunca çiftlikte çalışır Lucy. Çok iyi bir gözlemcidir. Yaşadıkları koşulları iyi tahlil etmektedir ve bunu değiştirmenin gücünü tüm bu ezilen “renkli derililer”in ellerinde olduğunu fark etmesi çok erken yaşlarına tekabül eder. Bir gün kasabalarına bir tahsildar gelir, beyazdır. Ama daha önce karşılaştığı beyazlardan çok farklıdır. Belki de ilk defa kendi eşitlik ve adalet hayalinin bir yansımasını bir beyazın düşlerinde görmektedir. Derilerinin renginin farklı olmasından kaynaklı her iki taraftan gelen tüm baskılara rağmen aşıktırlar Albert ve Lucy. Bu romantik birliktelik adil ve eşit bir yaşam kurmak için çıkılan yolda bir yol arkadaşlığıdır da aynı zamanda.
1872 yılı seçim yılıdır ve hala siyahlar vatandaş sayılmamaktadırlar. Teksas’ta bunun için bir mücadele başlar. New York’tan Chicago’dan gelen işçi direnişleri haberleri, eşitlik mücadelesi veren Lucy ve Albert’a siyahların oy hakkının tanınması talebiyle örgütlenme cüreti vermektedir. Lucy, bu dönemde çeşitli toplantılarda konuşmalar yapmakta ve iyi bir propagandacı ve ajitatör olmasının provalarını yapmaktadır. Hem siyahtır, hem yoksul, hem de kadın… Onun bu cüretkarlığı sürekli tehditler almasına sebep olmaktadır. En sonunda Albert’ın bacağından vurulup yaralanmasıyla Teksas’ta barınamayacaklarını düşünüp, sürekli irili ufaklı işçi direnişlerinin haberlerini aldıkları Chicago’ya göçerler 1973’te.
 Butikte sendika
Albert hemen Chicago Times gazetesinde muhabir olarak işe başlar. Eğitimden yoksun bırakılmış, zaten siyah ve kadın doğmakla ‘makbul insan’ olmanın dışında bırakılmış Lucy için hemen bir iş bulmak o kadar kolay değildir. O dönem geçim derdine düşen her emekçi kadın gibi dikiş dikmeye başlar Lucy. Bir yandan da kölelik koşullarında çalışan işçi hareketleriyle kaynayan kapitalizmin yeni kıtasının her bir köşesinden yeni direniş haberleri yükselmektedir. Her yerde irili ufaklı işçi dernekleri, sendikalar, sosyalist ve anarşist örgütler kurulmuştur.
Bu dönemde Chicago’ya taşınan bir başka kadın da mücadeleyi yeni yeni tanımaktadır. Lucy gibi terzilik yaparak hayatını kazanmaya çalışan Lizzie daha sonra İşçi Kadınlar Sendikası’nda örgütçü olarak çalışmaya başlar. Albert ve arkadaşlarının kurduğu Uluslararası Emekçiler Derneği’nde tanışan Lucy ve Lizzie beraber bir butik açarlar. Vitrinlerinde diktikleri elbiselerin sergilendiği butiğin arka odalarında Uluslararası Kadın Giyimi Emekçileri Sendikası’nın toplantıları yapılmaktadır.

Haymarket katliamı
1886’da Amerika İşçi Sendikaları Federasyonu ABD’nin her yerinde 1 Mayıs’ı sekiz saat iş günü için grev günü olarak ilan eder. Kıtanın neredeyse her yerinde çalışmalar başlar. Başta Lizzie olmak üzere İşçi Kadınlar Sendikası’nın kadın örgütçüleri ise Chicago’daki tüm emekçi kadınlara çağrı yaparlar. Grev arifesinde, yüzlerce kadın işçi sekiz saat iş günü ve eşit işe eşit ücret talebiyle Chicago sokaklarına dökülür. Kadınlar kararlıdır. 1836’da Lowell’da, 1857’de New York’ta provalarını yapmışlardır. Her günün 16 saatini pamuk ve iplik soluyarak ölümüne çalışmanın ve kadın oldukları için hor görülmelerinin yanında patronların ve kolluk kuvvetlerinin uyguladığı tüm şiddet sadece kaybedecek bir şeylerinin olmadığını hatırlatmaktadır. Nitekim 1 Mayıs’taki grevlerde toplanan 80 bin işçi aynı kaderi paylaştıkları arkadaşlarının polis tarafından öldürülmesi sonucunda çoğalmış, bu vahşete karşılık toplananların sayısı yarım milyonu aşmıştır. 4 Mayıs’ta Haymarket Meydanı’nda toplanma çağrısı yapılır. Haymarket mitingi bombalanır, tarihin gördüğü en vahşi işçi katliamlardan biri yaşanır. Bu grevlerin ve mitinglerin örgütçülerinin arasında yakalanan Albert, asılan beş kişiden biriydi.
 
“Bin asiden daha tehlikeli”
Lucy, Albert’ın idamından sonra burjuvaziye karşı katlanan öfkesiyle mücadeleye daha sıkı sarılır. Anarşist-Komünist dergilerde ve gazetelerde yazar. Gücünün yetiştiği her yerde kadın işçilerin ve siyahların eşitlik ve özgürlük mücadelelerine katılır, bizzat örgütleyicisi olur. Lucy’nin kitleleri anında harekete geçirebilen ajitasyon yeteneği öyle boyutlara ulaşmıştır ki 1920’li yıllarda Chicago Polis Departmanı raporlarında “bin asiden daha tehlikeli” diye kaydedilmiştir. Öte yandan Haymarket Katliamı’ndan bir süre sonra Chicago’yu terk eden Lizzie yaşamını işçi basının, sendikal örgütlenmelere ve özellikle de Haymarket Katliamı’nı unutturmamaya adamıştır. Çünkü belleksizleştirilmiş bir sınıf devrimi gerçekleştiremez, tüm renklerden, tüm dillerden insanların sömürüsüz yaşamını kuramaz. Belleksizleştirilmiş bir sınıf gerçek eşitliği, kadınların nihai özgürlüğünü hayata geçiremez. İşte tam da bu yüzden İşçilerin Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs’ı “1 Mayıs” yapan tarihteki kadın örgütçüler unutulmamalıdır.