Fulya Alikoç
19. yüzyıl,
dünyanın Batı tarafının her yerinde altın çağını yaşadığını düşünen
kapitalistler için kabus gibi geçen bir yüzyıl olmuştur bir bakıma. Bir yandan
vahşi sömürü koşullarında ortalama 12-16 saat çalışan işçilerin insanca yaşam
mücadelesi, yani artık bir sınıf olduğunun bilincine varan işçi sınıfının
gölgesi… Diğer yandan bu sınıfın içerisinde iki kat sömürü yaşayan emekçi kadın
uyanışı… Bir taraftan da yüzyıllardır “beyaz adam”ın boyunduruğu altında
ezilmiş, öldürülmüş Afrika kökenli ve yerli Amerikalı kölelerin başkaldırıları…
Siyah, yoksul,
kadın
Kapitalizmin bu
kabusunun tam ortasında ve tüm bu uyanışların kesişim noktasına, Teksas’ta
siyah, Meksika kökenli bir aile doğan kız çocuklarını ilk defa kucağına alır.
Henüz doğmadan bir miras olarak ona devredilmiş kölelik Lucy’nin sadece
çocukluk yıllarını elinden alabilecektir. Çocukluğu ve ilk gençliği boyunca
çiftlikte çalışır Lucy. Çok iyi bir gözlemcidir. Yaşadıkları koşulları iyi
tahlil etmektedir ve bunu değiştirmenin gücünü tüm bu ezilen “renkli
derililer”in ellerinde olduğunu fark etmesi çok erken yaşlarına tekabül eder.
Bir gün kasabalarına bir tahsildar gelir, beyazdır. Ama daha önce karşılaştığı
beyazlardan çok farklıdır. Belki de ilk defa kendi eşitlik ve adalet hayalinin
bir yansımasını bir beyazın düşlerinde görmektedir. Derilerinin renginin farklı
olmasından kaynaklı her iki taraftan gelen tüm baskılara rağmen aşıktırlar
Albert ve Lucy. Bu romantik birliktelik adil ve eşit bir yaşam kurmak için
çıkılan yolda bir yol arkadaşlığıdır da aynı zamanda.
1872 yılı seçim
yılıdır ve hala siyahlar vatandaş sayılmamaktadırlar. Teksas’ta bunun için bir
mücadele başlar. New York’tan Chicago’dan gelen işçi direnişleri haberleri,
eşitlik mücadelesi veren Lucy ve Albert’a siyahların oy hakkının tanınması talebiyle
örgütlenme cüreti vermektedir. Lucy, bu dönemde çeşitli toplantılarda
konuşmalar yapmakta ve iyi bir propagandacı ve ajitatör olmasının provalarını
yapmaktadır. Hem siyahtır, hem yoksul, hem de kadın… Onun bu cüretkarlığı
sürekli tehditler almasına sebep olmaktadır. En sonunda Albert’ın bacağından
vurulup yaralanmasıyla Teksas’ta barınamayacaklarını düşünüp, sürekli irili
ufaklı işçi direnişlerinin haberlerini aldıkları Chicago’ya göçerler 1973’te.
Butikte sendika
Albert hemen
Chicago Times gazetesinde muhabir olarak işe başlar. Eğitimden yoksun
bırakılmış, zaten siyah ve kadın doğmakla ‘makbul insan’ olmanın dışında
bırakılmış Lucy için hemen bir iş bulmak o kadar kolay değildir. O dönem geçim
derdine düşen her emekçi kadın gibi dikiş dikmeye başlar Lucy. Bir yandan da
kölelik koşullarında çalışan işçi hareketleriyle kaynayan kapitalizmin yeni
kıtasının her bir köşesinden yeni direniş haberleri yükselmektedir. Her yerde
irili ufaklı işçi dernekleri, sendikalar, sosyalist ve anarşist örgütler kurulmuştur.
Bu dönemde
Chicago’ya taşınan bir başka kadın da mücadeleyi yeni yeni tanımaktadır. Lucy
gibi terzilik yaparak hayatını kazanmaya çalışan Lizzie daha sonra İşçi
Kadınlar Sendikası’nda örgütçü olarak çalışmaya başlar. Albert ve
arkadaşlarının kurduğu Uluslararası Emekçiler Derneği’nde tanışan Lucy ve
Lizzie beraber bir butik açarlar. Vitrinlerinde diktikleri elbiselerin
sergilendiği butiğin arka odalarında Uluslararası Kadın Giyimi Emekçileri
Sendikası’nın toplantıları yapılmaktadır.
Haymarket katliamı
1886’da Amerika
İşçi Sendikaları Federasyonu ABD’nin her yerinde 1 Mayıs’ı sekiz saat iş günü
için grev günü olarak ilan eder. Kıtanın neredeyse her yerinde çalışmalar
başlar. Başta Lizzie olmak üzere İşçi Kadınlar Sendikası’nın kadın örgütçüleri
ise Chicago’daki tüm emekçi kadınlara çağrı yaparlar. Grev arifesinde, yüzlerce
kadın işçi sekiz saat iş günü ve eşit işe eşit ücret talebiyle Chicago
sokaklarına dökülür. Kadınlar kararlıdır. 1836’da Lowell’da, 1857’de New
York’ta provalarını yapmışlardır. Her günün 16 saatini pamuk ve iplik soluyarak
ölümüne çalışmanın ve kadın oldukları için hor görülmelerinin yanında
patronların ve kolluk kuvvetlerinin uyguladığı tüm şiddet sadece kaybedecek bir
şeylerinin olmadığını hatırlatmaktadır. Nitekim 1 Mayıs’taki grevlerde toplanan
80 bin işçi aynı kaderi paylaştıkları arkadaşlarının polis tarafından
öldürülmesi sonucunda çoğalmış, bu vahşete karşılık toplananların sayısı yarım
milyonu aşmıştır. 4 Mayıs’ta Haymarket Meydanı’nda toplanma çağrısı yapılır.
Haymarket mitingi bombalanır, tarihin gördüğü en vahşi işçi katliamlardan biri
yaşanır. Bu grevlerin ve mitinglerin örgütçülerinin arasında yakalanan Albert,
asılan beş kişiden biriydi.
“Bin asiden daha
tehlikeli”
Lucy, Albert’ın
idamından sonra burjuvaziye karşı katlanan öfkesiyle mücadeleye daha sıkı
sarılır. Anarşist-Komünist dergilerde ve gazetelerde yazar. Gücünün yetiştiği
her yerde kadın işçilerin ve siyahların eşitlik ve özgürlük mücadelelerine
katılır, bizzat örgütleyicisi olur. Lucy’nin kitleleri anında harekete
geçirebilen ajitasyon yeteneği öyle boyutlara ulaşmıştır ki 1920’li yıllarda
Chicago Polis Departmanı raporlarında “bin asiden daha tehlikeli” diye
kaydedilmiştir. Öte yandan Haymarket Katliamı’ndan bir süre sonra Chicago’yu
terk eden Lizzie yaşamını işçi basının, sendikal örgütlenmelere ve özellikle de
Haymarket Katliamı’nı unutturmamaya adamıştır. Çünkü belleksizleştirilmiş bir
sınıf devrimi gerçekleştiremez, tüm renklerden, tüm dillerden insanların
sömürüsüz yaşamını kuramaz. Belleksizleştirilmiş bir sınıf gerçek eşitliği,
kadınların nihai özgürlüğünü hayata geçiremez. İşte tam da bu yüzden İşçilerin
Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs’ı “1 Mayıs” yapan tarihteki kadın
örgütçüler unutulmamalıdır.